top of page

GÜNLÜĞÜM;

  • 10 Tem 2022
  • 4 dakikada okunur

4 Temmuz 2022 Pazartesi;


Ercan Kesal, “Aslında her metnin ‘ebesi’ de şiirdir. Bizim sesimiz aslında yaşadığımız coğrafyanın, kişisel ve toplumsal tarihimizin ve belleğimizin bize bağışladığı bir ‘tını’dır. Aslında yazmıyorum da bir şey çekip izletiyorum gibi.” Der.

“Benim İzmir’im” yazısında ise “Bir Anadolu çocuğuyum ben. Avanoslu. Orta Anadolulu ve kasabalı. Çiftçi bir ailenin dört erkek çocuğunun en küçüğüyüm. Sonradan Gazozcu olacak olan nam-ı diğer ‘Üniversiteli Mevlüt’ün doktor olan oğluyum. Avanosluyum doğru; ama benim anayurdum İzmir’dir.” Diye söyler.

1976 yılında ilk defa gördüğü İzmir’e âşık olduğunu anlatır. “16 yaşımda, sabahın çok erken bir saatinde Basmane Bulvarı’nda indim troleybüsten. Bulvarın ucunda deniz vardı. Çok güzel, ılık ve kokulu bir rüzgâr esiyordu yüzüme. Kemeraltı, Saat Kulesi, Karşıyaka vapuru, boyozcular, karadut şerbeti… O dakikada âşık oldum İzmir’e ve hiç bitmedi bu aşkım. İlk gençliğim, ilk sevdam, ilk ayrılığım… Tüm ilklerimin şehridir İzmir. 23 yaşımda hekim oldum, ayrıldım sonra. Hayatımın en coşkun, mutlu, pervasız ve hiç kirlenmemiş yıllarını İzmir’de geçirdim. Hiç de kolay geçmeyen, ölümle, zulümle dolu, 80 öncesi yıllardı o yıllar. Fakat nedense, bir tane bile kötü anı yer etmemiş hafızamda.’’ Diye İzmir’de geçen öğrencilik yıllarını çok güzel anlatımıyla da bizlere aktarır.

Yazılarındaki anlatım hep hoşuma gitmiştir. Ne zaman bir yazısını görsem, bulsam okurum, o okuduklarımdan bana iyiden güzelden yana bir şeyler kalır.

“Yaşanan hiçbir şey kaybolmuyor, bir yumak gibi ardımızdan toplanarak geliyor ve ruhlarımıza yerleşiyor. Bu yüzden, ‘ne hatırlıyorsak o’yuz’ aslında.” Diye bizi hepimizi anlatarak yola serer.

Yazar “Kabuğunu kaldırmaktan kendimizi alamadığımız eski bir yara gibidir ömrümüz, iyileştikçe sızlayan ve iz bırakan.” Derken de insan ister istemez, kendi geçmişini, kalan yaralarını ve izlerini düşünür.

Yazısının en sonunda “Velhasıl kelam, ‘nereye gidersem gideyim, ardımdan gelecek o şehri hatırlıyorum.” Diye bize, size ve hepimize seslenir.

Bugün de günlüğüme, Ercan Kesal’dan bende kalanları ve bende yer eden duyguları yazmak istedim. Çünkü söyledikleri ve yazdıklarını önemsedim, ilgimi çekti.

Yazdığı gibi İzmir güzeldir, anlattığı yerler her geleni bir başka sıcaklıkta sarar. Denizi vardır, ılık ve kokulu rüzgârı, hep yüzünüze eser durur, Kemeraltı, Saat Kulesi, Karşıyaka vapuru, boyozcular, karadut şerbeti bu kente bir başka güzellik katar.

Mehtap Meral’a da bir söyleşide kendini çok güzel anlatır. “Aslına bakarsan bütün yolculuğumun sebebi ve başlangıcı şiir biliyor musun? Peri Gazozundaki metinlerin teknik gücü benim daha önce şiirle hemhâl olmamdan kaynaklanıyor. Ben o metinlerde devrik cümle kullandım, cümleler arasında ses uyumu aradım, mutlaka şiir gibi iyi bir başlangıcı, yükselişi ve finali olsun istedim. Aslında her metnin ‘ebesi’ de şiirdir... Bütün metinlerin okuyucuyla buluştuğu yerdeki büyüsü ve etkileyiciliği ‘şiirin Gücü’nden geliyor. Bunu Galeano’da, Marquez'de, Hemingway’de de gördüm.” Diye geçmişte söylediği “Aslında her metnin ebesi şiirdir.” Sözünü bu söyleşide de dile getirmiş. (1)

Yazılarından bazılarını toplandığı “Velhasıl” kitabı vazgeçilemeyecek ve her kütüphanede bulunması gerekli bir kitaptır diye düşünürüm.

Kitabın tanıtımında “Ercan Kesal’ın yirmi yılı aşan yazı serüveninden, renkli bir seçki… Bellek üzerine ve hatıralar üzerine çok şey var bu metinlerde… Ercan Kesal’ın sinema ve yazma deneyimine dair ve yaşama deneyimine dair, hayatında (bazıları, birçoğumuzun hayatında) iz bırakmış insanlarla ilgili küçük hikâyeler, anekdotlar, ayrıntılar var. Bir minnet, sevgi ve saygı hasılatı var.

Ama bir hatıra kitabı değil bu. Belleği yardıma çağırarak, hayat ve insan olmak hakkında, acılar sızılar hakkında yeniden yeniden düşünmenin kitabı. ‘İnsan kalacağız!’ ısrarının, ‘Başın öne eğilmesin!’ direncinin kitabı…” Diye kitabın gücü ve özü anlatılmış. (2)

Konu şiirinden açılmışken, Ercan Kesal’ın “Keskin” şiirini de günlüğüme almak istedim.

“KESKİN


Biz ne yaptık yiğidim?

ha deyince koparırdık,

elmayı dalından, yıldızı yerinden.

kudret ne ki, durur mu karşımızda?

sahi farkında mıydık imkânsızın?


Hadi gidelim,

şimdi Keskin beter bir sonbaharda.

deli bir Eylül var,

Kayalak Solaklısı’nda, hele duralım,

Gara Gazi çeşme başında,

cebimize kırk mermi var, kırkını da atalım


isyanım dizginler mi gurbeti?


yine bir akşam sararır bozkırda,

gençliğimi omzuma saklar, giderim

çaresiz, sevdamın ardından giderim

ölürüm iğdebeli’nde sessizce,


ölümün yanıtlar mı öfkemi?” (3)


Ercan Kesal, 25 yıl önce hekim olarak atandığı Keskin’de yaşadığı bir geceyi, bir ceset aramadan yola çıkarak “Bir Zamanlar Anadolu” yazısını yazmış. Bu yazının içinde de bu şiir doğmuş. Aynı zamanda bu yazı uluslararası alanda ödül alan bir sanat yapıtını da ortaya çıkarmış. Yönetmenliğini de Nuri Bilge Ceylan yapmış


Ercan Kesal, şiir konusunda Yön Haber’den Erdal Emre’nin sorduğu soruya şöyle cevap vermiş.

“Edebiyata yeni başlayan herkesin yaptığı bir haksızlık vardır. En kolay yerden başladığını sanıp şiirden başlarlar, ondan sonra fark ederler ki belki en son varması gereken yerdir. Doğru düzgün yapılması gereken bir iştir şiir yazmak. Ben de ilk şiirle başlamış biriyim. Şiiri hep sevdim ve ciddiye aldım. Sıkıştığımokudum. Derde düştüğüm zaman, cikissiz kaldığımda mutlaka şiir okurum. Yazdığım her şeyde şiir vardır.” Diye cevap vermiş. Bir de “Türküler beni onarır, onların yeri hep farklıdır.” Diye de türkülerin yerinin de farklı olduğunu vurgulamış. (4)

İlk şiir ve yazılarını İzmir’de yayımlanan “Dönem” adlı dergide yazmış. Yaşamında müzik ve şiir daima olmuş. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uygulamalı Psikoloji dalında Master yapmış, Yeditepe Üniversitesinde ise Sosyal Antropoloji Doktora Eğitimi almış.

Tüm yazdıklarında yaşadıkları ve gözlemleri yer alan, doktor, oyuncu, sanarist, yazar ve yönetmen olan Ercan Kesal’ın tüm kitaplarını almak ve kütüphanemde bulundurmak isterim.

Ercan Kesal’ın her yazdığından, okuyana da yeni yazılar çıkar, yazdıkları anlatmakla ve yazmakla bitmez.

Ahmet Erhan’a özlemle, Ankara Rüzgârı yazısında;

Annesi bir gün daktiloda yazdıklarını duyunca, yengesine yakınmış. “Tak tak tak, sabaha kadar ne yazıyor kızım bu oğlan?” Diye sormuş.

Ercan Kesal da “Ne mi yazıyorum anacığım? Şiir yazıyorum!” Diye yazdıklarıyla bu soruya cevap vermiş.

“İlk gençliğimi yazıyorum. İlk aşkımı ve tabii ki ilk ayrılığımı. İlk olmayan ve galiba hep olacak olan çaresizliğimi, İzmir’i, canım İzmir’imi, devrimi, olmamış, eksik kalmış şeylerin ardından bakışımı, bitmeyen kederimi, içimdeki yarayı, eski bir yarayı, eski ama iyileşmiş bir yaranın kabuğunu kaldırırken verdiği acıyı ve ne enteresandır, bıraktığı umudu.” Diyerek davam etmiş.

Babasının 60’lı yıllarda, Almanya’ya işçi olarak gitmesini, hayalinden geriye kalanları, iki paket çikolatayı, iki naylon gömleği, bir de Olimpiya marka daktiloyu bu yazısında anlatmış.

Bu daktilo ortaokuldan bu yana hep onda kalmış. Lisede iken “Sesimiz” isimli okul gazetesindeki başyazıların tamamı, 2-B’deki yeşil gözlü kıza yazdığı akrostişli şiirler ve babasının devlet dairelerine yazılmasını istediği dilekçelerin hepsi bu daktiloda yazılmış. (5)

Yukarıda yazdığım gibi Ercan Kesal’ın yazdıkları anlatmakla ve yazmakla bitmez.


Hasan OKURSOY


Kaynak;

1-Mehtap Meral, 27 Ocak 2016 tarihli söyleşi, Artful Living sanat, kültür yaşam ve edebiyat sitesi.

2-İletişim Yayınları, “Velhasıl” kitabının tanıtımı.

3-Erdal Emre, Yön Haber Söyleşi.

4-Age.

5-Ercan Kesal, Ahmet Erhan’a özlemle-Ankara Rüzgarı, 4 Ağustos 2016 tarihli Kültür Servisi.



ree



 
 
bottom of page