top of page

İÇİMİZDEKİ BOŞLUKLAR

  • 25 Kas 2022
  • 4 dakikada okunur

Bu konu aslında psikiyatrinin konusu, benim mesleğim ise eğitim, bu konuda eğitim-öğretim aldım. Fakat içimizde büyüttüklerimiz, gün içinde telaşımız, günlük yaşamımızda hepimizde hemen hemen aynıdır, belki bazı farklılıklar gösterir diye düşünürüm. Bir yerde bu boşlukları doldurma konusunda neler yapmalıyız? Yukarıda belirttiğim gibi bunlar psikiyatrinin konusu, ancak bizler de günlük sıkıntılarımızı yenebilmek için ne gibi çalışmalar yapabiliriz? Bu konuda yapılacaklar kişiden kişiye de değişir.

Yürüyüş, okumak, bazen de işi akarına bırakmak en güzelidir. Önemli olan bir çıkmaza girmemektir. İş hayatında da bu durum böyledir, rizikolu alanlara girmemelidir, aza kanaat getirilmelidir.

Olumsuz davranışlarla karşılaştığımızda da insanları olduğu gibi kabul etmek güzel bir yoldur. Çünkü onu değiştirmek mümkün değildir. İnsan fikri sorulduğunda açıklamalarda bulunmalıdır.

Nasihat da insanları bıktırır. Mümkünse az ve öz konuşmalıdır.

Şimdi bu bulaş ortamında hepimizde bir telaş var. Bu konudaki uzmanların söylediklerini her gün medya ortamında dinliyor ve yazılanları okuyoruz. Bir tehlikenin de tam ortasında olduğumuzu biliyoruz.

Bu nedenle kalabalık ortamlara girmiyoruz. Uzmanların dediklerine aynen riayet ediyoruz.

Bundan evvel de dünyamız böyle bulaş ortamı yaşamış. Büyük kayıplar vermiş.

Bunlardan biri 1650 yılında yaşanan veba felaketi imiş. Tüm Avrupa bu felaketi yaşamış. Ölümler tek tük derken, ölümler birden artmış, birçok kişi yalnız ölmeye terk edilmiş. Vebalı evlerin kapılarına kocaman haçlar çizilmiş. Bir sessizlik tüm şehri esir almış.

Siyah beyaz resimler, her baktığımızda geçmişi anlatır. Bazen yanımıza yalnızlığı düşürür. O zaman da yalnızlığımız büyür, tozlu yollarda giden kağnılar gibi gıcırdar durur.

Hepimizin bir kıyısı vardır, dolaşır dururuz kıyı, kıyı. Bir de suskunluğumuz, derin derin bakar durur. Kimse içimizdekini bilmez. Kurduğumuz düşlerde, belki kuşlar gibi uçarız. Kim tutabilir bizi. Hep acelemiz vardır. Çevremizdeki olanların farkına bile varamayız. Günler geçer gider.

Bir bakmışsın ömür bitmiş. O zaman da pişmanlıklarımız sarkar. O zaman da içimizdeki boşluklar bizi her gün rahatsız eder.

Yaşamda asıl olan, başkalarına zarar vermeden bir ömür sürmektir. Belki o zaman insan bu dünyadan mutlu ayrılır. Çünkü başkalarına zarar vererek yaşamak, yaşamak değildir. Başkalarının mutsuzluğu üzerine kurulan bir yaşam, kimse tarafından makbul görülmez.

İnsan acıyı ve öfkeyi doğuracak her türlü davranıştan kendisini arındırmalıdır. Mutlu olmanın da yolu budur. İşte insan içindeki bu boşlukları sevgi ile doldurmalıdır. Sevginin ve güleç yüzün açamayacağı bir kapı yoktur.

Doğru her yerde doğrudur, doğrudan da ayrılmamalıdır. Çocuklara doğrunun ve güzelin, erdemin yanında bulunmaları tavsiye edilmelidir. Onlara örnek davranışlar sunulmalıdır.

Bu bulaş ortamında insan kendini korurken, aslında toplumu da korumaktadır. Çünkü dikkatsiz bir davranışı hem kendini, hem sevdiklerini ve toplumu tehlikeye atar.

İnsan yaşamı boyunca, doğruyu bulmak için çaba sarf etmeli, yanlışa koşmamalı böylece erdemli olmayı başarabilir.

Tarkovski’ye sormuşlar, “İnsanlara ne söylemek istersiniz?” diye. O da şöyle cevap vermiş. “Yalnız olmayı öğrenmelerini ve kendi başlarına mümkün olduğu kadar çok zaman geçirmek için uğraşmalarını” söylemek isterim diye cevap vermiş.

Neden böyle cevap vermiş? Sanırım insan yalnızlığında daha çok kendini dinler, yanlışını ve doğrusunu ayırt eder. Diye düşünmüştür derim.

İnsanoğlu, hep bahar ve yazda yaşayamaz. Güzü de görecek, yaprakların döküldüğünü, soğuğun insanı üşüttüğünü, bir düze yaşam olmaz, bazen hasta olur, sağlıklı günlerin kıymeti o zaman daha iyi anlaşılır. Bir bakmışsın biri seni huzursuz etmiş, uykusuz kalmışsın. Ayrıca bilgisizlik insanı korkutur, korkuyu yenmenin yolu bilgidir. Bilgisizliğimiz her zaman bizi karamsar yapar. Zaman zaman söylerim, bir gün doğduk isek, bir gün öleceğiz. Sonsuza değin kimse yaşamamış. Doğanın bir diyalektiği bu her doğumun, bir ölümü muhakkak var.

Şükrü Erbaş, “Acıyı görmeyen insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Der. Sonra Ömür hanıma şiirinde seslenir;

ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI “Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük… Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım… Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki… Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?

Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı?

Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi?

Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda?

Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı, Ömür hanım yasaklamalı…Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim. Benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir atkestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?” (1)

Ankara, Güz/1983

Şükrü Erbaş’ın “Ömür Hanımla Güz Konuşmaları” şiiri güzeldir, okumanızı dilerim.

İnsan içindeki boşlukları, kin öfke tutmadan, hep vererek sevgi ile doldurmalı. Böyle mutlu olur. Yaşlılıkla insan geçmişini yargılarken, hep içi keş kelerle dolar, bundan kurtulmanın yolu sevgidir.

İnsanlara sevgini verdiğin müddetçe mutlu yaşarsın, sevilirsin, yalnız kalmazsın, kapıların çalınır, anılırsın.

Ben yine yazımı uzun tuttum. Şükrü Erbaş’ın o “Ömür hanımla güz konuşmaları” şiirinden alıntılar yaparak yazımı bitirmek istedim.

Hoşça kalın.

Hasan OKURSOY 24 Kasım 2020 Yelki

Kaynak; (1) Şükrü Erbaş “Ömür Hanımla Güz Konuşmaları”


ree

 
 
bottom of page