GÜNLÜĞÜM;
- 26 Ağu 2022
- 5 dakikada okunur
25 Mayıs 2019 Cumartesi; Bugün Perşembe günü yitirdiğimiz arkadaşım Süreyya Hatipoğlu’nu ve okulumuzu anlatacağım, bu nedenle yazımın başlığına “Süreyya” yazdım.
SÜREYYA Okulumuzda iki Süreyya vardı. Biri Kıbrıslı Süreyya Tahsin, diğeri de Tarsuslu Süreyya Hatipoğlu’dur. Bildiğim Bir diğer isim de şair Süreya’dır. Bu üç ismi unutmam, çünkü bizim isimlere göre farklıdır. Öğrenciliğimde şair Süreya’nın şiirlerini yeni yeni okurdum. Sonradan ismindeki “Y” yi kaldırdığını öğrendim. Cemal Süreya, “her ölüm erkendir” der. Genç ve yaşlı olsak da ölüm sonunda hepimize gelecektir. Süreyya Hatipoğlu arkadaşımıza da erken geldi ölüm. Bugün okulumuzu ve arkadaşımızı ve geçmiş öğrencilik günlerimizde yaşadıklarımız bu acının içinde tek tek geçti gözlerimin önünden, sizlere bunlardan bazısını anlatmak isterim. Süreyya ile iki yıl aynı sınıfta okuduk, sonra o “Büro İdaresi (sekreterlik)” bölümüne ben de “Muhasebe” bölümüne ayrılarak üçüncü ve dördüncü sınıflarda ayrıldık. Süreyya 1,92 boyunda uzun boylu güleç, herkes tarafından sevilen bizlerde sıcaklığı kalan bir arkadaşımızdı. Rahmetli Mehlika Balanlıoğlu Ticari Matematik, Mali Cebir ve Sigorta Matematiği derslerimize girerdi Sert disiplinli fakat iyi bir öğretmendi. Blok derslerinin son yirmi dakikasında “çıkarın kâğıtları” der yazılı sınav yapardı. Zaten on dakikasında sorular yazılırdı. Hepimiz sınavımızın kötü geçtiğini söylerdik. Süreyya “nasıl geçti sınavın” diye sorduğunda “kötü geçti, zayıf alacağım” derdim. Yazılı sınavlar okunduğunda (70) aldığımı duyunca, “bundan sonra senin Allah dediğinden başka bir şeyine inanmayacağım Hasan” diye sitem eder, “kendi notunun (40) olduğunu” söylerdi. O zaman bizde geçer not (60) idi. Okulumuzdaki not sistemi eleyiciydi. (120) kişi olarak girdiğimiz okulda (40-50) arkadaşımızın okuldan ayrıldığını veya devre kayıp ettiğini biliyorum. (70) kişi mezun olmuştuk. Süreyya ile birinci sınıfta Ticari Matematik dersini okuduk. Büro İdaresi bölümünde “Mali Cebir ve Sigorta Matematiği” yoktu. Süreyya’ya “sorulara nasıl cevap veriyorsun” diye sorduğumda, “birinci soruya başlıyorum, ancak o zamanda bir soru cevaplayabiliyorum” derdi. Ben de “önce soruların denklemlerini kuruyor ve soruları yanıtlamaya başlıyorum, bir sorunun cevabını o sürede ben de anca bitirebiliyorum” derdim. Galiba denklemlerime de öğretmenimizin not verdiğini düşündüğümü söylerdim. Kanımca o da sonraki sınavlarda öyle yaptı ve düşük not almadı. Çünkü çalışkan arkadaşlarımızdandı. Sınıfımızda erkek arkadaşlarımızdan Ertuğrul Çetiner, Hüseyin Kaya, Suavi Sayın; Bayan arkadaşlarımızdan ise Neriman Bilaloğlu çalışkandı. Hüseyin Kaya ön sırada oturur steno bilmenin artısıyla notları iyi tutardı. Zaten derslerimizin basılmış kitapları yoktu. Onun tuttuğu hukuk notlarından bizde yararlanır daha sonra bu notları daktilo ederdik. Yurtta da arkadaşlarımızla birlikte kalırdık. Yusuf Dağpınar’ın müdür olduğu Atatürk Öğrenci (site) Yurdu o zaman güzel yurtlardandı. Odalarımız dörder kişilikti. Süreyya, Cahit ve Sami aynı odada kalırlardı. Hatta Sami’nin lakabı “Steno Sami” idi. Stenografi derslerimize Sevim Ünlü hanım girerdi. Şimdi hayatta olan tek öğretmenimizdir. Asım geçen Muzaffer Okutkan öğretmenimizin cenazesinde eşinden Sevim öğretmenimizin sağ olduğunu öğrenmiş, telefon numarasını almış. Bana verdiği telefondan öğretmenimi aradım, çok memnun oldu. İzmirli imiş, akrabalarına yaz aylarında uğrarmış, geldiğinde bizi arayacağını söyleyince sevindim. Turizm dersimize Selahattin Çoruh girerdi. İlk dersini hiç unutmam. “Önce sizi tebrik ederim, Turizm Dersini okuyan ilk sizlersiniz” diye söylemeye devam etti. “Ben üç amaç için bu yola çıktım. Birincisi lokantalarda servis yapan ve bulaşık yıkayan çalışanları ayrı ayrı yetiştireceğiz, bu aynı kişi olmayacak tırnağında bulaşık kiri bulunmayacak. İkincisi, toplu insan barındıran her yerde fon müzik dinleme kültürünü insanlarımıza vereceğiz, şoförü de eğiteceğiz. Üçüncüsü tuvaletler tesis ve konaklama yerlerinde en temiz yerler olacak” dedi. Öğretmenimiz bu çalışmaların ateşini yaktı, sanırım büyük çapta bu durum ülkemizde başarıldı. Anlatırken bir anısını da aktardı. Bir gün İstanbul’da dolmuşa binmiş, bir şoför arabesk müzik çalıyormuş, bu müzik öğretmenimizin yedi ceddini aklına getirince, şoföre dönüp “evladım biraz pikabın sesini kısar mısın” demiş. Sert bir frenle şoför dolmuşu durdurmuş ve öğretmenimizi ıssız bir yerde “in babalık” diyerek dolmuştan indirmiş, bu anısını anlattıktan sonra “bu şoförümüzü de eğiteceğiz” diye öğretmenimiz söylemişti. İngilizce öğretmenimiz Numan Dirlik Beyi Fethiye’de gördüm. Selahattin Bey’i İstanbul’da hasta yatağında ziyaret etmiş, kendisine “ne kadirşinassın Numan” diyerek “Artık bu işi başardık, Turizm dersi yalnız Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulunda değil orta dereceli okullarda da okutuluyor, öğrencilerimiz Profesör oldu, gözlerim açık gitmeyecek” diye konuşmuş. Okul Müdürümüz İrfan Tarı, çok yakışıklı idi. Derslerini anlatırken bazen durur, yukarıya bakarak söyleyeceklerini hatırlamaya çalışırdı. Daha sonraki Müdürümüz Zeki Sofuoğlu’ydu. Hukuk derslerimize girerdi. Devamlı kürsüde otururdu. İyi bir hukukçuydu, Arapça ve Osmanlıcaya vakıf görünürdü. Zaten derslerimizde de arı Türkçe pek konuşulmazdı. Enver Behnan Şopolya, Atatürk’ün yanında bulunuşunu ve kurtuluş savaşındaki gazeteciliğini gururla anardı. Kurtuluş savaşındaki anıları çok güzel anlatırdı. Enver Kökçü öğretmenimiz okula folklor oyun ekibini kazandırdı. Derslerinde genelde bu durum konuşulurdu. Yılsonu okul gezimizde Enver öğretmenlerimiz bizimle olmuşlardı. Eğitim Sosyolojisini Ekrem Altay Bey, Sosyoloji dersini ise Selman Erdem Bey vermişti. Pedagojik formasyonumuzun oluşmasında her iki sininde de faydası çok olmuştur.
Ekrem Bey, “okulda herkesin görüş ve düşüncelerinden yararlanacaksınız” derdi. Kars Lisesi’ndeki bir anısını anlatmıştı. Kalorifer dairesindeki görevli hizmetliye “kömür tozlarını okul bahçesinde su toplanan yerlere atmasını” istediğinde hizmetli “Müdür bey burada iklim soğuk, bahçede spor yaparlarken öğrencilerin üstleri başları kirlenir, banyo imkânları da kıttır, ona başka bir çare bulurum” dediğinde “öyleyse bildiğin gibi yap” demiş. Hizmetli yazın o kömür tozlarını çevrede bulduğu tezeklerle karıştırıp kok kömürü gibi top top yapıp o kömür tozlarını değerlendirmiş. Selman Erdem Bey de ilk derse geldiğinde; “İnsan yetiştirmek gibi güzel bir meslekte yükseköğretime geldiğiniz için sizi tebrik ederim” dedikten sonra, eğitim üzerine yazılan “Bertrant Russell’ın Terbiyeye Dair ve Jean Jacgues Rousseau’un Emile adlı eserlerini okuyup okumadığımızı” sordu. Hiç birimizden ses çıkmayınca, “bunları okumalısınız “dedi. Daha sonra bu eserleri okudum, eğitim üzerine düşüncelerim daha olgunlaştı. Yüksek Öğretmen Okulu’ndan gelen Genel Matematik Öğretmenimiz Şükrü Kutlu da iyi bir matematik öğretmeni idi. Eğitim Psikolojisi öğretmenimiz İbrahim Ethem Başaran’dı, çok başarılı öğretmenlerimizdendi, daha sonra Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Profesör oldu. Öğretmenimizin “Yaktın beni Bacon” öyküsünü hiç unutmam. Olgunluk sınavlarının olduğu Gaziantep Lisesi’nde bir öğrenci Felsefe dersinden bir yıl beklemiş. Ertesi yıl tüm kitabı artık ezbere biliyormuş. Sözlü sınava girdiğinde “Bacon’un düşüncelerini anlat” diye öğretmeni sormuş. Bilememiş ve dışarı çıktığında öğrenci arkadaşlarına “bu öğretmen bana düşman yine kitap dışından soru sordu” diye söylenmiş. Arkadaşları ne sordu dediklerinde “Beykın’ın düşüncelerini” sordu diye cevap vermiş. Arkadaşları 28. Sayfada deyince orada “Bacon var” demiş. Bacon’un Türkçe okunuşu Beykın’mış. O zaman “yaktın beni Bacon” diye söylenmiş. Öğretmenimiz; “Ölçme ve değerlendirmede bir konuya bağlı olarak soru hazırlamayın, tüm konuları kapsayacak şekilde sorular sorun ve sınav yapın” derdi. Yazım uzun oldu. Diğer öğretmenlerimizden Efser Atala, Tahire Uzbay, Seher Özdoğanlı, Muzaffer Okutkan, Mümin Dikel, Kemal Göçmençelebi, İrfan Gürkan, Ahmet Akyol’u da anılarıyla belki daha sonra yazarım. Aramızdan ayrılan öğretmen ve arkadaşlarımıza rahmet dilerim. Onları özlemle anarım. Huzur içinde uyusunlar. Uzun boylu sevgili arkadaşım; sen de aramızdan savulup gittin. İskenderun’da o parktaki konuşmaların güzeldi. Kaç yıl sonra seni göreceğim diye ne çok sevindim. Resimlere de düştün, şimdi o resimlerden iki Süreyya’nın resmini Tacettin'in izni ile fotoğraf köprüsünden alarak öğretmenlerim ve diğer arkadaşlarımla olan resimleri facebookta bu yazımla paylaşıp sizleri yine anacağım. Senin ardından öğretmenlerimizi ve arkadaşlarımızı da yazarak hepinize rahmet diliyorum. Huzur içinde uyuyun. Sizleri unutmayacağız. Hasan OKURSOY



