top of page

GÜNLÜĞÜM;

GÜNLÜĞÜM; 17 Aralık 2023 Pazar;


Bazen insanın uykuları kaçar, pişmanlıkları düşer yola, sabah bir türlü olmayı bilmez. Gece uğuldar ve sonunda biter. Ah! Bu yalancı dünya, bazı gerçekleri insan yaşlanınca öğrenir. Sığ sularda yüzülmez, bulanık sulara da girilmez, bazen bataklığı bilinmez, insan bağıra bağıra boğulur gider. Bazen de insan, şaşar kalır, şaştıklarından taşar, taşanları da bir gölde birikir, unutulur gider. Bazen de insanın canı, uzaklara çekip gitmek, mavi denizlere açılmak, uzaklarda bir yerlere ulaşmak, yine de denizin mavisinden uzaklardan kalanlara gülümsemek ister. Cemal Süreya, Dostoyevskiyi okuduktan sonra bir daha huzuru bulamamış. Ahmet Muhip Dranas’ın “Kar” şiirini de belki bin kez okumuş, hatta arkadaşlarının defterine de yazarmış. Bilmiyorum arkadaşları da “Kar” şiirini ezberlemişler midir? “Kardır yağan üstümüze geceden Yağmurlu, karanlık bir düşünceden, Ormanın uğultusuyla birlikte Ve dört nala dümdüz bir mavilikte Kar yağıyor, üstümüze inceden.

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin, Unutulmuş güzel şarkılar için Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan, Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam! Uyandırmayın beni, uyanamam. Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına, Allah aşkına, gök, deniz aşkına, Yağsın kar üstümüze buram buram.

Buğulandıkça yüzü her aynanın, Beyaz dokusunda bu saf rüyanın, Göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış Sırf unutmak için, unutmak ey kış! Büyük yalnızlığını dünyanın…”


Evet bu şiir güzel bir şiirdir, her okuyanı etkiler, bir özlemi, bir yalnızlığı gelip yanına bırakır, uçsuz bir maviyi gökyüzünde, belki bir ölümü, bir yalnızlığı bir başka türlü anlatır. İnsanoğlu, doğumundan ölümüne kadar yaşadıklarında bir özlemi, bir yalnızlığı ve en sonunda da ölümü tadar. Yaşadıklarının kimini anlamlandırır, kimini anlamlandıramaz. Kimi de benim gibi böyle anlamlandırmak istediğini şiire, günlüklerine ve yola düşürdüklerini de yazmak ister. Amatörce mırıldanır gider. Sonunda güne not düşer. Belki bir yerde bir gün okunur, anlatılır diye düşler. Belki bunun için yazmak ister. Yaşlanan insan, ölümü düşünür, yazdıklarında da ölüm teması dikkat çeker. Haydar Ergülen, 22.(ölüm eski yaka çiçeğimizdi) alt başlıklı şiirinde;

“Biz seni unuta unuta büyüdük ölüm öyle büyüdük ki unutmalarımızdan anıların eşya kadar hakkı kalmadı üstümüzde adımızı bile söylemeye yetmiyor şimdi plastik yalnızlıklar kadar kullanışlı olmayan şu kelimeler


Ah eski yaka mezatlara düşmeden gürültüye gitmeseydin karanfil seni yakamızdan aldılar ölümü hayatımızdan:


Yalnızlığımız yokluğundan varlığımız yokluğundan şiirimiz bile yokluğundan uzatıyor derdini” der


Haydar Bey de “Ölüm bir skandal” isimli şiir kitabında, ölümü anlatıp durmuş. Zaten şiir kitabının son sözünde de “Ben Haydar Gülen/Çocukluk, aşk, yokluk ve ölümden/dört kitaba heves ettim” Diyerek “böyle ölümün skandal olduğu bir çağda/tuttum, hayatımın en kötü kitabını yazdım” Diye söyler ve ölümü bir başka şekilde anlatmak ister. Bir de Nurullah Ataç’ın söylediklerine kulak verelim.

“Ölürsem yakında bir dileğim var kalanlardan. Beni sevmeyenlere, beğenmeyenlere karışmam. Onlar, gerekli bulurlarsa, benim bir değerim olmadığını söylesinler, ötekilerden benim dileğim: Öldüğümün ertesi günü yazı yazmasınlar benim için. Hani 2X’i de kaybettik, söyle yüksekti, böyle değerliydi/ diye ağıtlar yok mu? o sözlerinin yalan olduğunu hepimiz biliriz. Tiksinirim o ağıtlardan…” Demiş. Devamında da “İki yıl beklesinler, iki yıldan sonra yine unutmazlarsa, beni gene değerli bulurlarsa, ilk üzüntü de geçmiş olur, yazsınlar düşündüklerini, ölçüyü aşırmazlar.” Diye yazdıklarına ilave etmiş. (1) Kimini de ölüm hiçbir şekilde terk etmemiş. Elias Canetti babası öldüğünde, sokakta imiş, annesi mutfak penceresini açıp “Oğlum, sen oynayıp duruyorsun, babansa öldü! Sen oynayıp duruyorsun, babansa öldü! Baban öldü! Baban öldü! Sen oynuyorsun, baban öldü!” Diye bağırarak kendisine babasının ölümünü haber etmiş. Yaşamı boyunca, bu bağrışı hiç unutmamış ve onu bu ses hiç terk etmemiş. (2) Belki annesinin rahatsızlığında, babası ile olan dostluğu, babası gibi olmak isteyişi yazarımızı babasının ölümü, bundan dolayı çok etkilemiştir. Yedi yaşındaki Canetti’nin bisiklete beraber bindiği, şakalaştığı, oyun arkadaşının öldüğü haber edildiğinde bir ağacın altında imiş, oyun oynadığı falan yokmuş, babasının cenazesi mezarlığa götürülürken de kendisi ısrar etmesine rağmen mezarlığa götürülmemiş. Canetti, babasının ölümünden sonra, annesi ve kardeşleri ile birlikte önce Zürih’e, daha sonra da Frankurt’a taşınmışlar. Daha sonra da kimya tahsili için Viyana’ya gitmiş. Üniversiteyi okurken, felsefe ve edebiyata merak sarmış. Körleşmeyi de burada 26 yaşında yazmış. Yazdıklarıyla birçok ödül alan yazar, 1981 yılında Nobel ödülünü de almış. Zürih’de 1994 yılında ölmüş. Cannetti’nin ölüm düşüncesi üzerine 1972 yılından itibaren tuttuğu notlar ve günlükler “Ölüm Can Düşmanım” adı altında kitaplaşmış. Canetti, ikinci dünya harbini yaşamış bir Yahudi aydın imiş. Körleşme adlı eseri de Nazi Almanya’sı tarafından yasaklanmış. Günlüğüm uzadı, Canetti’yi anlatıp durdum. Onu diğer yazılarımla daha sonra geniş olarak anlatırım. Fakat bugün onun ölüme direnişini ve bu konudaki görüşlerini kısaca aktarıp, ölüm hakkında yazacaktım. Yaşlanan insan artık gençliğindeki gibi sabırsız değil, daha uysaldır, bazen de çekilmez bir hal alır. Arkamızda bıraktığımız pişmanlıklarımız zaman zaman aklımıza gelse de onlar işte böyle yola düşer. Yapamadıklarımız, kaçırdığımız fırsatlar, yanlışlarımız bazen bizi huzursuz eder. Yedi yaşında babasını kaybeden Canetti, bir de ikinci dünya harbinin yıkımına tanık olunca, ölüme karşı durmuş. Onu can düşmanı olarak görmüş. Onun hikayesini belki bu yüzden yazmış. Nedense biz yaşlılarda da ölüm istenmez, çünkü soğuktur, sonsuzluğa karışmaktır, giden bir daha geri gelmez. İnsan bugün bile düşündükçe şaşkına döner. Canetti, savaşı gördüğü ve savaşın neden olduğu ölümlere tanık olduğu için ölüme ve savaşa karşı daha çok karşı durmuş. Belki yaşamında bunun için sürekli yazmış, yazmakla ölümü durdurabileceğini sanmış. Yazmazsa, yaşamın duracağına inanırmış. Yazdıkları ile yaşamdan bir şeyler almayı ummuş. Fakat ölüm acımasız, bir gün onu da kollarına almış. Bir akşam notlarını temize geçirdikten sonra yatağına uzanmış ve sonsuzluğa o da dalıp gitmiş. Bilemeyiz, belki istediği sonsuz bir yaşamdı, ölüme gidişi kimse durdurmayı başaramamış, Cannetti de bu gidenlere karışmış ve bu dünyadan göçüp gitmiş. Aramızdan ayrılan yazarlarımızı saygı ile anarız. Huzur içinde uyusunlar.


Hasan OKURSOY


Kaynak; 1- Nurullah Ataç, Günce (1956-1957), Kırmızı Kedi Yayınları. 2- Elias Cenetti, Babanın Ölümü, Ölüm Üzerine, Gürsel Aytaç, Payel Yayınları.



13 görüntüleme0 yorum
Post: Blog2_Post
bottom of page